GÖNÜLLERE DOKUNAN KADIN

07 Mayıs 1947 tarihinde, hem hanımlığı hem de terziliği ün salmış Nezihe Ahmet ile memuriyet hayatı boyunca birçok kişinin takdirini kazanarak “Efendi” lakabıyla anılan Mustafa Hasan’ın, ilk çocukları Limasol’un Soğuksu mahallesinde dünyaya gelir; adını “Şafak vakti gibi parlak olan güzel” anlamındaki “Tangül” koyarlar. Adının anlamındaki gibi, hayatı boyunca bulunduğu her ortama nice güzellikler katacaktır Tangül Çağıner…

2 yıl sonra, aynı zamanda hayat arkadaşlarından biriolacak kız kardeşi Hülya doğar, 9 yıl sonra da bir diğeri; Hilal. Kardeşlerini çok seven iyi bir abla olmak, onun hayat boyu sürecek ilk başarı hikayesidir.

Çocukluk yılları Limasol’da geçer. Vacide Hanım Anaokulu’nda başladığı öğrenim hayatına Sedat Simavi İlkokulu’nda devam eder ve orta öğrenimini 19 Mayıs Lisesi’nin Enstitü bölümünde tamamlayarak 1966 yılında mezun olur. Gerek çocukluk gerekse öğrenim hayatında herkes tarafından çok sevilir, ömür boyu sürecek birçok arkadaşlıklar kurar, dostluklar kazanır.

1966 yılı, onun için yeni bir dönemin kapısını aralayacağı yükseköğrenim hayatının da başlangıcıdır. Ankara’da Kız Teknik Yüksekokulu’ndaki öğreniminin üçüncü yılında, ortak velileri olan bir akrabalarının evinde hayatının aşkı Ünal Hüseyin ile tanışırlar. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyan bu yakışıklı genç, mezun olduğu yıl onu kendisiyle birlikte Kıbrıs’a dönmeye ikna eder ve 1969 yılının Temmuz ayında nişanları, 1970 yılının Şubat ayında da nikahları olur. Aynı yılın Ağustos ayında ise Limasol Park Gazinosu’nda dünya evine ilk adımlarını atarlar. 

Bir yıl sonra, 2 Temmuz 1971 günü Tangül Çağıner için çok özel bir tarih olur. İlk annelik duygusunu tattığı kızı İçim dünyaya gelir. Çocuklara karşı olan sevgisi, annelik duygusuyla daha da pekişir, bu tarih hayatını çocuklarına adadığı dönemin de başlangıcı olur.

1974 Barış Harekâtı döneminde eşi esir düşmüş ve İçim sadece 3 yaşındadır. Babasının mücahitlik görevi gereği bir dönem teyzesinin evinde kalırlar. Bir Rum şoförün arabasında ve Rumca bilen akrabalarıyla, Dikelya İngiliz Üslerinden Beyarmudu’na gizlice geçtikleri günü hiçbir zaman unutmayacaktır. Kızını kucağında sımsıkı
tuttuğu bu tehlikeli yolculuk sonunda Lefkoşa’da ikamet eden teyzesine kavuşur ve kısa bir süre orada kaldıktan sonra, Girne’de bir eve yerleşir. Esaretteki eşi gelene kadar, yoktan var edip, yuvasını yeniden kurabilmek için tek başına birçok zorlukla mücadele eder. Bu dönemde kendisinden daha sonra kuzeye gelebilen ailesine de rehberlik ederek, onların da yeni hayatlarını kurmalarına destek olur.

Güneyden göç eden Türk toplumunun her bireyinin yaşadığı gibi zorluklarla boğuşarak eşiyle hayatlarını yeniden kurmaya çalışırlar. 1976 yılının 8 Ekim’inde oğlu Dimağ dünyaya gelir, ikinci kez anne olur Tangül Çağıner. Aynı yıllarda, eşi Ünal Çağıner de, Maliye ve İskan Dairelerindeki devlet memurluğu deneyimlerinden sonra,
içindeki müteşebbis ruhu ağır basarak özel iş hayatındaki ilk adımlarını atmaya başlar. Sadece çocukları için her türlü fedakârlığa katlanan bir anne değil, aynı zamanda iş hayatında eşinin de en büyük yardımcısıdır. Evlerinin bodrum katında ilk bikla üretimine başladıkları dönemde işin bir ucundan tutup, komşularını da seferber ederek, onların da aile ekonomilerine destek olmaya çalışır. Eşinin farklı bir sektöre adım atarak Akgünler Turizm’i kurduğu yıllarda da onun yanında olmaya devam eder.

Seksenli yılların başında hayat arkadaşının, 6.5 mil olarak anılan plajı, bir tatil köyü haline getirme hayaline de ortak olur. Acapulco Hotel gibi Kuzey Kıbrıs’ın turizm sektöründeki gururu haline gelecek muazzam bir eserin tuğlalarını teker teker koyarken, birçok zorluklarla dolu ama adım adım büyük bir başarı öyküsüne dönüşecek iş yaşamında eşinin en büyük gücü olur Tangül Çağıner.

Tıpkı kendisi gibi, evlatlarının da yüksek öğrenimleri için yolları Ankara’ya düşer. İçim, Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ni kazanır ve o da tıpkı annesi gibi öğrenimi sırasında aynı üniversitenin Tıp Fakültesi’ndeki aşkı Burak Kavuklu ile tanışır. İkisinin de önlerinde uzun bir tahsil dönemi olduğundan hayatlarını birleştirmek için Kıbrıs’a dönmeyi beklemezler.

Dimağ’ın Bilkent Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi’ni kazanmasıyla, onun da Ankara’daki yüksek öğrenim yaşamı başlamış olur. Onların buradaki en büyük destekçisi yine Tangül Çağıner’dir. Evlatlarının sayısız başarıları ise; onu her zaman dimdik ayakta tutan ve mutlu eden en değerli ödülleridir.

08.04.1998 tarihinde ilk torunu Su Ankara’da dünyaya gelir. Binbir zorlukla kurduğu düzenini bırakıp; eşine, arkadaş ortamına ve evine hasretlik çekse de, hem torununa bakmak hem de evlatlarına destek olmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz, iki yılı aşkın bir süre onlarla Ankara’da yaşar.

Ankara’dan dönünce de önemli misyonu devam eder Tangül Çağıner’in; sadece eşi ve çocukları için değil, annesi, babası, kardeşleri, teyzeleri ve yeğenleri özetle tüm ailesi için, sadece ailesi değil katıldığı cemiyetlerdeki ve etrafındaki tüm dost ve arkadaşları için, sadece sevdikleri değil yardıma ihtiyaç duyan herkes için, her zaman bir yardım eli olmaya, her zaman bir neşe ve güç kaynağı olmaya, her zaman gönüllere sevgi aşılamaya devam eder.

Oğlu Dimağ Çağıner’in Ebru Olgun’la dünya evine girmesiyle, çocuklarının nice başarıları yanında, saadetlerini de görmüş olmaktan kıvanç duyar. Öyle ki kaleme aldığı bir yazısında ailesinin her bir ferdi için tüm samimi duygularıyla şükreder Tanrı’ya…

Dört kez tattığı torun sevgisinin her zaman bir başka olduğunu söyler soranlara… Su, Ardan, Arhan ve Azra’yı hiçbir zaman birbirinden ayırt etmez hem bir anneanne hem de babaanne olarak.

Tüm yaşamı boyunca çocukları çok sever, onları üzgün göremez, hep gülsünler hep iyi olsunlar ister. Yardımını, o temiz kalbinin sevgisini, ana kucağının sıcaklığını onlardan esirgemez , ister kendi canından kanından olsun isterse bir yabancı.

Özetle en küçüğünden en büyüğüne birçok insanın gönlünde taht kurar Tangül Çağıner. Bu yüzdendir ki kolay değil anlatmak onu, kolay değildir sığdırmak satırlara…
Alışmak yokluğuna, hala her yerde o varken, dayanmak acısına hayatlara bu denli dokunmuşken…

 Bu resimdeki güzel bir kadın;
                                       Sevgi dolu kalbinin aynası olmuş yüzünün güzelliği,
                  Herkesi kucaklayan şefkatinin yüceliği.

            Bu resimdeki fedakâr bir eş ve anne;
       Her zaman doğru yola tuttuğu ışık
                                    ve yüreklere kattığı güçle nice başarıya atılan imza.

Bu resimdeki candan bir dost;
                                                İçinde kopan fırtınalara rağmen kahkahasıyla saçtığı neşe,
                                gerektiğinde yardım için tereddütsüz uzanan bir el.

Bu resimdeki eşsiz bir arkadaş;
                                                         İnsana, doğaya, çevresindeki her canlıya verdiği önem ve değer,
gösterdiği sıcaklık ve hoşgörü.

                                       Bu resimdeki, her daim içimizde yaşayacak olan Sen…